Muş Ve İlçeleri Kültür Web tanıtım
  Savaş Hakkında Araştırmalar
 
MALAZGİRT MEYDAN MUHAREBESİ HAKKINDA YAPILAN ARAŞTIRMALAR

Dr. Abdülkadir YUVALI

            Engin tarihimizde şerefle yerlerini koruyan Zaferlerimiz ve millî günlerimiz tertip edilen anma günleri millî tarih şuuru da uzun vadeli plânlar yapmaktadırlar. Çağımızda bu plânları yapmayan toplumlar geleceklerini tesadüflere terk etmiş olmaktadırlar. Dün ile yarın arasında yerimizi muhafaza edebilmemizle yarınlara güvenle baka­bilmemiz bu toprakların yarınki sahibi gençlerimizin yetişmesiyle yakında alâkalıdır. O halde millî zaferlerim hatıralarım yaşamak, onlara gönüllerde ve hafızalarda canlı tutmak bizler için tarihi görevdir. Çünkü millî kültürüne sahip çıkmayan, onu yeni nesillerine aktaramayan toplumlar yaşa­ma güçlerini, yükselme enerjilerini kaybedebilirler.

            Tarihimiz objektif olarak incelendiği zaman, ecdadımızın hedefinin bir istilâ ve cihangirlik sevdası olmadığı anlaşılmaktadır. Bu hareketin özünde, tarihin o devir ve şartları içerisinde kendi hayat tarzına uygun yer arayan, dinamik ve köklü bir milletin kendisi bu haktan mahrum etmeye kalkışanlara karşı varlığın ispat etmesi yatmaktadır. İslâm öncesi ve sonrası dönemlerdeki zaferlerimizin temelinde yatan sebeplerden birisi bu olmuştur. Üzerinde yaşadığımız ve 1000 yıldan beri vatan bildiğimiz bu toprakların, bize kazandırılmasında büyük payı olan "Malazgirt Zaferi" tarihi bir olay olarak da ayrı bir özelliğe sahiptir. Tarihte öyle olaylar vardır ki, tesirleri yüzlerce, binlerce yıl devam eder, öyle olaylar vardır ki. Zamanlarında büyük heyecanlar uyandırmalarına rağmen, daha sonraki dönemler için hemen hiçbir mana ifade etmeyebilirler. Büyük İskender'in İran ve Hindis­tan'a kadar gitmesi, Napolyon'un Fransa dışındaki zaferleri, Timur'un 1402 tarihinde Yıldırım Beyazıt'ın Ankara savaşında yenmesi v.b. olaylardan bugün hemen hiçbir iz kalmamıştır. Oysaki 26 Ağustos 1071 tarihinde Büyük Selçuklu Sultanı Alparslan'ın Bizans İmparatoru Romenos Diogenes'e karşı Malazgirt ovasında kazandığı zafer, yalnız Türk-İslâm ve Bizans tarihinde değil, dünya tarihi içinde bir dönüm noktası olmuş ve neticesi günümüze kadar gelmiştir. Malazgirt Zaferi sonunda Anadolu'da, Bizans-Grek-Ortodoks kültürü yerine Türk-İslâm medeniyeti hâkim olmuştur.

            Denilebilir ki, bu zafer Anadolu'nun kültürel ve etnik yapısının değişmesinde de önemli bir faktör olarak yer almıştır.

            Bu toprakların vatan olarak kazanılmasında, korunmasında ve kurtarılmasında önemli yeri olan zaferlerimizi fonksiyonları bakımından ele aldığımız zaman, Malazgirt Zaferinin ayrı bir önemi vardır. Meseleye bu açıdan bakıldığı takdirde Türkiye tarihi için üç büyük zafer önem arz etmektedir. 26 Ağustos 1071 tarihli Malazgirt Vatan kuran, Eylül 1176 tarihli Myriokephalon Vatan koruyan ve 26 Ağustos 1922 Başkumandanlık Meydan Muharebesi de vatan kurtaran zaferleri­mizin karakteristik örnekleri olarak gösterilebilir.

            Türkler, Malazgirt savaşı ile Yakındoğu'da yeni bir vatan kurmakla kalmamışlar, İslâm âleminin Hıristiyan dünyasına karşı koruyucu olmuşlardır. Çünkü Malazgirt Meydan Muharebesi sadece iki ordu ve onların kumandanları arasında cereyan eden bir muharebe olmayıp, iki ayrı dünya ve medeniyeti karşı karşıya getirmiştir. Tarih boyunca doğu batı mücadelesi değişik milletlerin şahsında devam etmiştir. Nitekim M.Ö yollarda İran-Yunan savaşları Büyük İskender'in şahsında batının zaferi ile sonuçlanmış. Roma İmparatorlu­ğu hemen bütün Yakındoğu ve Mısır'a hâkim olmuştur. IV. Yıl yılda başlayan Bizans- Sasani mücadelesi de yine batı dünyasının lehinde sonuçlanmıştır. VII. Y.yılda İslamiyet’in zuhurundan sonra Hulefâ-i Râşidin, Emevi ve Abbasiler dönem­lerinde Bizans gerilemiş ve Tarsus’tan Erzurum'a kadar uzanan Munzur, Karasu-Aras sıradağları boyunca uzanan dağlar, tarafların yüzyıllarca sınırı olarak zaman zaman el değiştirmiştir. X. yüzyılda Bizans, tarihinin en parlak dönemlerinden birisini yaşamış ve kuzey Suriye'yi kontrolü altında bulundurmuştur. XI. yüzyılda Bizans, Roma İmparatorluğunun vârisi olarak İslâm dünyasını tehdit etmeye devam etmiş ise de gerek Balkanlarda ve gerekse doğuda görülen Türk akınları İmparatorluk için tehdit unsuru olmuştur. 1049 tarihinde reisleri Kengenis'in idaresindeki Balkanlar'a giren Peçenekler durdurulmamış ve yapılan antlaşma ile Peçenekler1'in Balkanlar'da yerleşmelerine ve Bizans ordusunda ücretli asker olarak kabul edilmelerine İmparator razı olmuştur. Aynı tarihlerde doğudaki Türk akınları yoğunlaşmış, İbrahim YINAL idaresindeki Türk kuvvetleri Anadolu sınırlarını zorlamış ve bu cephede Hasan kale savaşını kazanmışlardır.

            Malazgirt zaferinin bir diğer özelliği de, M.Ö. IV. Y.yıldan beri Avrupa, Asya ve Afrika kıtalarında hüküm süren Roma'nın doğudaki mirasçısı Bizans'ın genç Selçuklu devleti karşısında bir gün içerisinde perişan olması, başta imparator olmak üzere maiyetinde bulunanlardan hemen birçoğunun esir edilmesi hadisesidir. Zaferin kazanılmasında etkili olan birçok faktörler arasında bahsi geçen yüzyılda Bizans'ın Anadolu üzerindeki malî, dinî ve sosyal politikası da olmalıdır.

            Türklerin Bizans'tan kılıç hakkı olarak devre aldıkları ve fetihten bir müddet sonra doğulu ve batılı tarihçilere "Turkia" diye kaydettirecek ölçüde damgalarını vurdukları Anadolu'daki Bizans yönetiminin de bunda payı vardır. Bizans İmparatorluğunun gerek parlak ve gerekse kargaşa dönemlerinde Anadolu bir türlü huzura kavuşamamıştır." Bundan Bizans'ın Sasaniler ve Araplarla daima mücadele halinde olması ve Türklerle de sınır komşusu olması etkili olmuştur. Bütün bunların yanında, Bizans'ın Anadolu'ya bakışı da bu hususta önemli ölçüde rol oynamıştır. Anadolu' da büyük toprak sahiplerinin daha az toprağı olan köylü ve askerlerin topraklarını çeşitli yollarla ellerine geçirmeleri sonucu yerli halk, ülke savunmasına ilgi duymaz, hatta adil ve hoşgörülü Türk idaresini Bizans'a tercih eder hale gelmiştir. Tıpkı Fatih Sultan Mehmed'in İstanbul'u fethi sırasında yerli Rum halkının "Osmanlı"nın sarığını Papa'nın haçına tercih ettikleri gibi... "Bizans İmparatorları bunun çözümünü, Anadolu'nun savunulmasında gerekli olan orduyu Anadolulu olmayan, Peçenek, Uz. Slav, Norman v.b. unsurları kullanmada aramıştır. Ayrıca dinî ve millî menfaatleri yönünden bir türlü güvenemedikleri Ermeni ve Süryaniler'e de daha önce vermiş oldukları kısmî imtiyazları kaldırmışlardır. Öyle ki, Türk fethi arafesinde Bizans âdeta kendi idaresi altındaki ücretli askerleriyle Anadolu'yu yeniden istila ederek, merkezi otoriteyi güçlendirmek istemiştir. İşte Bizans'ın bu yanlış politikası Anadolu'nun Türkler tarafından fethini büyük ölçüde kolaylaştırmıştır. Bu maksatla Bizans'ın Doğu ve Güneydoğu'daki Ermeni ve Süryanileri orta ve Güney Anadolu'ya kaydırma politikası da şark Hıristiyanlarının tepki­sine yol açmıştır. Yerli kaynaklar meseleyi dinî ve millî açıdan ele alarak Bizans'ın bu politikasını şiddetle yermişler ve Anadolu’nun Türkler tarafından fethinin sorumluluğunu Bizans'a yüklemişlerdir. Bizans'ın bu tutumu şark Hıristiyanlar arasın­da "Rum-Ortodoks" düşmanlığını ortak bir inanç haline getirmiştir. Çünkü bahsi geçen dönemde İstanbul patriğinin farklı mezhebe inanan Ermeni ve Süryanileri Ortodoks olmaya zorlaması, İmparatorlarında desteklemeleri yerli halkı yer yer isyana ve ümitsizliğe sevk etmiştir.

            Nitekim o dönem tarihçilerinden Urfalı Mateos' un Bizans için kullanmış olduğu şu ifade görüşümüzü doğrulamaktadır. "İktidarsız ve kadınlaşmış iğrenç Rum milleti. Milletimizi tahrip edip, Türklerin iktidarını kolaylaştırdı" ifadesini kullanmaktadır. Bizans İmparatorlarının şark Hıristiyanlarına karşı tutumunu Süryani Mihaelde şöyle ifade etmektedir:"Bu devirde Rumlar milletimize zulüm yapıyorlardı. Çıkardıkları bir emirname ile bizi batıl mezheplerini kabul etmeğe zorluyorlar, bizi ezmeğe yok etmeğe uğraşıyorlardı. İstanbul (Ortodoks) Patriği kiliselerimizde bulunan kutsal din kitaplarımızı (Ortodokslukla ilgili olmayan din kitaplarını) yaktırdı".

            Ücretli Bizans ordusunun donanımı ve savaş taktikleri de Bizans'ın savaşı kaybetmesinde etkili olmuştur. Çünkü Türklerin hafif süvari birlikleri ile vur-kaç taktiği karşısında Bizans'ın manevra kabiliyetinden mahrum zırhlı birlikleri tam bir tezat teşkil etmektedir. Genellikle bu birlikler savunulması kolay merkezlerde toplanmışlar ve halktan da destek görmedikleri için Türk akınları karşısında şaşkına dönmüşlerdir. Bizans'ın Anadolu politikası hakkında Azerbaycan ve Anadolu' da hareket halinde bulunan Türkmen beylerinin Sultan Alparslan'a vermiş oldukları bilgiler de güvenilir kaynaklardır. Daha Selçuklu Devlet kurulmadan önce Çağrı Bey, 1018 yılında 300 kişilik bir süvari birliğinin başında ilk defa bugünkü sınırlarımızı aşarak Anadolu'ya girmişti. O Azerbaycan ve Doğu Anadolu şehirlerine karşı yaptığı akınlardan sonra yani bir keşif veya yurt arama seferi sonunda Buhara yöresindeki kardeşi Tuğrul Bey'in yanına dönmüştür. Çağrı Bey kardeşine vermiş olduğu bilgiler arasında şu kayıt dikkatimizi çekmektedir. "Bu ülkede (Anadolu) bize karşı koyabilecek bir kuvvete rastlamadım" Sözleri o sırada Anadolu'daki Bizans idaresinin içerisinde bulunduğu durumu ifade etmesi bakı­mından önemlidir. Bu konudaki diğer kayıtlar da, savaş öncesinde Anadolu'ya akınlar yapmış olan ünlü Türkmen Beğ'i Bekçioğlu Afşin ile Selçuklu şehzadelerinden Kurtalmış’in Anadolu akınlarının neticeleri hakkında Sultan Alparslan’a sunmuş oldukları raporlardır. Bu raporlardaki bilgiler Urfalı Mateo ve Süryani Mihael’in Bizans hakkındaki görüşlerini doğrulamaktadır. Türkmen beyleri de Bizans ordusu için "Bizanslılar savaş kabiliyetinden mahrum, kadınlaşmış insanlar" ifadesini kullanmışlardır.

            Selçuklu Devletinin kurulmasından Malazgirt Savaşına kadar geçen 30 yıllık süre içerisinde (1040–1071) Türkmenler, başlarında irsî Türkmen beyleri veya Selçuklu Şehzadelerinin yönetiminde Anadolu hudutlarına girmişlerdir. Selçuklu Devletinin kuruluşundan hemen sonra ortaya çıkan "Türkmen Meselesi"ne çözüm bulmak için Sirderya ötesinden dalgalar halinde gelen atlı-göçebe Türkmen unsurlarına Azerbaycan ve Anadolu sınırlarına göndermek suretiyle iç ve dış politikalarına uygun düşen bir yol izlemişlerdir. Malazgirt zaferi öncesi Anadolu akınları sırasında Azerbaycan önemli bir askeri üs vazifesi görmüştür. Selçuklu dönem güvenilir kaynaklarından el-Hüseyni’deki kayıtlara göre, Sultan Alparslan 1064 yılında Azerbaycan'a girdiği zaman irsi Türkmen beylerinden Tuğ-Tekin ile karşılaşmıştır. Tuğ-Tekin Sultana Anadolu hakkında bilgiler vermiş ve sultanın yanında sefere katılmıştır. 1040–1071 yılları arasında Türkler için önceleri sadece Azer­baycan hareket merkezi iken, Malazgirt Zaferi öncesi, başta Ahlât olmak üzere bazı Anadolu şehirleri Türk akıncılarının hareket merkezi olmuştur. Bu akıncı Türkler Bizans'ın karşı harekâtı sırasında Ahlât veya Azerbaycan'a geri çekiliyorlardı. Ancak hadiseler dikkatle incelendiği takdirde zamanın Bizans'ın aleyhine işlediği görülüyor. Bizans'ın karşı harekâtı söz konusu olduğunda artık Türk kuvvetleri Anadolu şehirleri arasında yer değiştirmek suretiyle de tehlikeyi atlatabiliyorlardı.

            Malazgirt Zaferi ile Bizans'ın mukaveti kırılıp, Türk kuvvetleri karşısında duracak gücü kalma­yınca, Türkler açısından Anadolu'da yayılma ve yerleşme devri başlar. Bu yerleşme öyle kesin ve ani olmuştur ki, o zamana kadar uzun tarihi içerisinde birçok kavim ve medeniyetlere sahne olan Anadolu'nun etnik ve kültürel yapısı 1071 yılı sonrası olduğu gibi kesin değişikliğe uğrama­mıştır. Bazı batılı araştırmacıların ve çevrelerin anlayamadığı daha doğrusu kabullenemediği hu­sus işte bu değişmedir. Bunun kolayca anlaşılabil­mesi için 1071 sonrası Anadolu'ya yapılan muhace­ret ve iskan hadisesinin araştırılması gerekmekte­dir. Bu yapılamadığı sürece, Anadolu'nun Türkleş­me ve vatan olma hadisesi yanlış ve eksik değerlendirmelere maruz kalacaktır. Oysaki, Sel­çuklu Devletinin kurulmasından itibaren Horasan' dan Anadolu'ya doğru daha emin ve uygun yurtlar bulmak maksadıyla yapılan akınlara bir bakıma bir nüfus kaymasıdır. Çünkü gelen bu insanlar aileleri ve servetleri ile geliyorlardı. Malazgirt zaferi sonrası Anadolu'ya yapılan Türk akınları hakkında Ermeni, Gürcü, Süryani ve Bizans kaynaklarında birçok kayıtlar mevcuttur. Denile­bilir ki, Malazgirt zaferinin Bizans için en ağır neticesi; o zamana kadar Anadolu'yu Türk akınla­rına karşı savunan müdafaa sisteminin yıkılması ve ordusunun dağılmasıdır.

            Malazgirt meydan muharebesine çağdaş İslâm kaynaklarından İbnü-l-Esîr olmak üzere "İbnü'l-Kalânisi, İbnü'l-Ezrak, îbnü’l Cevzî, Bundari, Sıbt İbnü'l-Cevzi, İbnü'l-Devadâri, Ahbârü'd-devleti's-Selçukiyle, Reşidü'd-Din Fazlullah, Aksa­raylı Kerümiddin Mahmud, Hamdullah-i Müstev-fi. Mirhond" gibi kaynaklar meydan muharebesine büyük ölçüde yer verdikleri halde Bizans ve Yunan kaynakları susmayı tercih etmişlerdir. Bir diğer husus, batıda sayıca çok olan Bizans Tarihi mütehassıslarının, Bizans tarihi için bir dönüm noktası olan bu çok önemli konuyu ihmal etmiş olmalarıdır. Gerek bahsi geçen kaynaklar ve gerekse yapılan tetkikler "Haçlı Seferleri" söz konusu olunca meseleyi derinliğine ele alarak incelemişlerdir. Büyük Türk zaferi hakkında Bizans-Grek kaynaklarından Skylitzes ve Attaliates eserlerinde kısmen yer vermişlerdir. XVIII. yüz­yılda Batı Avrupa’da XIX. yüzyılda da Rusya'da Bizans tarihi tetkikleri gelişerek bu sahadan mühim eserler verilmiştir. Alman tarihçisi A.Gförer'in Byzantinische Geschicten (Bizans tarihleri) adlı üç ciltlik eserinde Malazgirt zaferine yer verilmiştir. Bahsi geçen yüzyıllarda Rusya kendi­sini Bizans'ın varisi ve halefi olarak görüyordu. Bu hedefe ulaşmak için İstanbul'un alınması ilk hedef kabul edilmişti. Bu maksatla da Rusya'da Bizans tetkiklerine ağırlık verilmişti. Bu çalışmalara merkez olarak İstanbul da kurulan "Rus Arkeoloji Enstitüsü" seçilmişti. Enstitünün yöneticiliğine tanınmış Bizans tarihçisi Feodor İ. Uspenksky getirilmiştir. Uspenksky'nin hazırlamış olduğu üç ciltlik Bizans tarihi Malazgirt zaferine en fazla yer veren eserler arasında yer almaktadır. Olayların tarafsız bir gözle birinci elden kaynaklara göre değerlendirmesi eserin önemini artırmaktadır. Uspensky'e göre Bizansın mağlup olmasının en önemli nedeni, İmparatorluğun şark Hıristiyanlarına karşı tutumudur. Ayrıca, Bizans ordusunda ücretli asker olarak bulunan Peçenek-Uz ve diğer Türk orjinli askerlerin savaş öncesi Türk tarafına geçmesi de savaşın kaderi üzerinde etkili olmuştur. Yine bu konuya çalışmalarında yer veren tanınmış Bizans tarihçilerinden A.Vasiliev ve Gerog Ostrogısky'yi zikredebiliriz.

            Fransız bizantinistlerinden Louis Brehier ise eserinde Malazgirt muharebesine çok az yer vermiştir. Fransız müsteşriklerinden olup, Selçuk­lu tarihi üzerindeki Araştırmalarıyla yakından tanıdığımız, eserleri ve makaleleri dilimize çevril­miş olan Claud CAHEN, İslâm kaynaklarından istifade ederek objektif değerlendirmeler yapabil­miştir.
 
   
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol