Muş Ve İlçeleri Kültür Web tanıtım
  Alpaslanın Savaş Stratejisi
 
MALAZGİRT MEYDAN MUHAREBESİ VE ALPARSLAN'IN HARP STRATEJİSİ

            Bundan tam 917 yıl önce 26 Ağustos 1071 Cuma günü, Malazgirt ovasında Türk ve Dünya tarihinin kesin neticeli ve iz bırakmış meydan muharebelerinden birisi yapılmıştır.

            Türk tarihi açısından bir dönüm noktası olan bu zafer Anadolu'nun, Türklere yeni bir yurt olma imkanını sağlamış, Türkün damgasını yer, yer vurmasını kolaylaştırmıştır.

Bu zaferle, Türkün yiğitliği, civanmertliği ve insanlığı kanını ve canını, gerektiğinde çok daha kuvvetli ordulara karşı durarak vermekten çekin­memiş, milli şeref ve haysiyetini, manevi değerleri­ni her şeyin üstünde tutmasını bilmiş, onları düşmana asla çiğnetmemiştir. Gelecek nesillere şerefle yad edecekleri, iftiharla anlatacakları bir zafer hediye etmişlerdir.

            Malazgirt zaferinin çok yönlü olarak incelemek, bu zaferin yeni nesillere aktarılması için zaman, zaman değerli bilim adamlarımız tarafından çalış­malar yapılarak zaferin daima canlı tutulmasına çalışmak milli bir görev telakki edilmesi lazımdır. Bu maksatla bizler de bir nebze olsun bu görevi  yerine getirmek için gayret sarf etmekteyiz. Ancak zaferin çok yönlü anlatılmasından ziyade, olayın oluşunu, kuvvetlerin durumu ve savaşın stratejisi­ni anlatmaya çalışacağız.

            Selçuklu orduları Anadolu'ya girmeye başladık­larında karşılarında o zamanın ünlü devleti Bizans bulunuyordu. Bu İmparatorluğun dışarıdan çok heybetli güçlü görünüşü altında çeşitli sebeplerden içten zayıflamış, güçlükle ayakta kalmaya, var gücüyle çalışmıştı. Konuyu daha iyi anlayabilmek için şüphesiz, 1071 yılı öncelerine gitmekte fayda vardır. Bu iki kuvvetin durumunu incelediğimiz zaman Bizans Konstantin 1067 yılında ölmüş, çocuklar küçük yaşta bulunduğundan onların adına kraliçe Eudoxia yönetimi ele almıştı. Krali­çenin idaresinden memnun olmayanların derhal harekete geçmesine ve çeşitli entrikalar çevirmele­rine yol açmıştı. Durumu kritikleşen kraliçe 1068 yılında, değer verdiği ve beğendiği komutanların­dan Romanos diagenos'u kocalığa seçmiş ve tahtın başına geçirmiştir. Ancak zaman yeni imparatorun aleyhine çalışmış, İslamiyet’i seçen Oğuz'lar İslam dininin hamisi olmuş, İslamiyet’i yayma ve yeni fetihler için gözlerini Anadolu'ya çevirmişlerdir. Bu tehlike yeni imparatorun, bazı tedbirler almaya sevk etmiş, aksi takdirde çok vahim durumların ortaya çıkaracağını tahmin etmişti.

            Alınan tedbirler arasında, derhal bir Anadolu seferi yapılması da düşünülmüştür. Bunun gerçek­leştirilmesi için derhal büyük bir ordu toplamaya başlamıştır. Makedonya, Trakya ve Yunanistan kuvvetleri yanında Anadolu'da, Kapadokya ve Frigya bölgelerindeki vatandaşlarını silah altına çağırmıştı. Bütün bunlara ilaveten. Kümelideki Uz (Oğuz) ve Peçenek Türklerini, Frank, Germen, İskandinav İtalyan ve Normen'lerden paralı asker­lerde temin etmeye çalışmıştır. Neticede 100.000 piyade ve bir o kadar süvari toplamayı başarmış­tır. Buna daha sonra Nikephoros Basilikes'in kuvvetlerinde katılınca çok güçlü bir ordu ortaya çıkmıştır.

            Bizans İmparatoru Türkleri Anadolu'dan atma­nın güçlüğünü gayet iyi bildiğinden bu ordunun yeterli olmayacağı düşüncesiyle sefer boyunca da bazı kuvvetleri emri altına alarak daha da güçlü durumu geçmeye çalışmıştır. Ancak, Kuvvetleri­nin tam ve kesin bir rakamını vermek mümkün değildir. Yine de kaynaklardan bu rakamın 150.-000 nin üstünde olduğunda hemfikir oldukları görülmektedir.

            Bizans ordusunun sayıca üstünlüğüne rağmen bazı zayıf noktalarını görememiştir. Bu zayıf noktaları arasında;
1. Bizans ordusunun karışık ve kozmopolit olması,
2- Ordusunun disiplinden yoksun bulunması,
3-Bizans İmparatorunun başa geçtikten sonra bazı komutanları tasfiye etmesi,
4-Ordunun maddi ve manevi bir çöküntü içinde bulunması,
5-Komutanlar arasında çekememezlik ve büyük bir rekabetin bulunması ve birbirlerine entrikalar çevirmeleri,
6-Ordunun iyi idare ve şevkten yoksun olması, organize bozukluğunun bulunması.
7-Türk ve Bizans ordularının savaş düzenlerinin ve taktiklerinin farklı olması
Yukarıda belirttiğimiz gibi Bizans ordusu sayı itibarı ile kabarık olmasına karşı Türk ordusunun miktarına gelince, Alparslan'ın halep dönüşü yanında 4000 gulan askeri, 10.000 gönüllü, 15.000 hassa askeri, Malazgirt'in kuzeyinde katılan birlik­lerin sayısı, 20.000 Ahlat'ta katılanların sayısı, 20.000 olmak üzere toplam 64.000 olduğu ancak bazı kaynaklarda bu sayının 50.000 civarında bulunduğu belirtilmektedir,

            Türk ordusunun sayıca az olmasına rağmen bazı avantajlarının bulunduğu görülmektedir. Bu avantajlara baktığımızda:
1-  Türk ordusunun yalnız Türklerden Kurulu olması
2-     Ordunun tamamına yakın süvarilerden teşkil olması
3- Çok değerli bir komutan kadrosuna sahip olması.
4- Ordusunda intizam, nizam ve disiplini olması.
Sevk ve idare kabiliyeti çok üstün komutanlar arasında Bizans ordusunda olduğu gibi rekabet ve anlaşmazlığın olmaması.

            Bizans İmparatoru bütün hazırlıklarını tamamladıktan sonra, 1068 yılında İstanbul’dan hareketle Kayseri'ye kadar hiç zorlukla karşılaşmadan gel­miş, kendisine güveni artmıştı. Bu arada, Türk kuvvetlerinin Azerbaycan’da olacağı düşüncesi, aldığı bir haberle alt üst olmuştu. Çünkü Türk kuvvetleri Niksar yakınlarında görülmüş ve İmparatora bildirmişti.

            İmparator derhal Sivas'a hareket etmiş, Türk birliklerine darbeler vurmak istemişti. Ancak Türk birlikleri kendilerini fazla yıpratmamak için kısımlara geri çekilmişlerdi. İmparator bunu birliklerinin kaçtıklarına yorumlamış ve Maras bölgesine dönmüştü. Bu bölgeleri itaat altına aldıktan sonra daha güneye Halep istikametine yönelmişti. Haleb'i de itaat altına almış ancak Türk kuvvetleri ordusunu rahat bırakmamış, vur-kaç taktiğiyle onu yıpratmaya başlamıştı. İmparator bunun üzerine daha fazla kayıp verme­mek ve daha büyük kuvvetler ile seneye yeniden sefere çıkmak için. İstanbul'a geri dönmeyi uygun bulmuştu.

            1069 yılında Selçuklu şehzadeleri eşliğinde, Afşin, Atsız, Çavlı, Arslantaş, Dilmaçoğlu Meh­met, Sanduk ve diğer Komutanlar Bizans ordularına karşı harekete geçmişlerdir. İmparator yine bu hareketleri durdurabilmek için sefere karar vermiş, Kayseri üzerinden Malatya ve Harputa kadar bazı başarılar elde ederek gelebilmiştir. Türk birlikleri Fıratın doğusuna çekilmiş, onunla büyük çatışma­lara girmekten kaçınmıştı. İmparator bunu Türk birliklerinin korktuğuna ve kaçtığına yorumlaya­rak takiben karar vermişti. Aslında İmparatorun asıl gayesi; hareket Üssü Ahlât’ı ele geçirmek, doğuda kaybettiği kaleleri geri almak, en önemlisi Türkleri Anadolu'dan atmaktı. Ancak bunları uygulamaya fırsat bulmadan, Harputtan hareket etmeden, Malatya civarlarında Türk kuvvetlerinin Ermeni Komutan Fleratos idaresindeki Bizans ordu birliklerin mağlup ettiğini öğrenmiş; Palu üzerinden geri dönmek zorunda kalmıştı.

            Bizans ordusundaki bu geri dönüşler ve bilhas­sa Türk birliklerinin sürekli olarak vur-kaç taktiği ile Bizans ordusu taciz etmeleri, bunlarda moral ve disiplin bırakmamıştı. Artık seferlerden usanmış­lar ve bir an önce İstanbul'a geri dönme arzuları artmıştı. Bu dönüşte pek kolay olmamıştı. Çünkü Türk ordusunun süvari birlikleri ile hantal ve hareket kabiliyeti az Bizans Ordusuna kayıplar verdirmesi, geriye dönmelerini zorlaştırmıştı. Bizanssın flanj gruplarına, Türk süvarileri baskın akın-imha taktiği ile başarılı neticeler almışlar ve ileride Malazgirt Muharebesine tecrübe kazanmışlardır. Bilhassa yanıltıcı ve sahte çekilme hareket­leri, pusuda bekleyen birlikler ile desteklenmiş "Kapan Taktiği", Bozkır Taktiği" gibi imha hareketleri harp oyunlarında devamlı denenen taktikler pek çok muharebelerde başarı kazanmalarına büyük fayda temin etmişti. Ancak bütün bu taktikleri Bizans İmparatorunun ve komuta heyetinin bilmemesi ve ders almamaları onların sonunu hazırlamaya yetmiştir.

            1070 yılında Bizans İmparatoru her yıl olduğu gibi Anadolu seferini yeniden düzenlemiştir. En güvendiği komutanları da yanına alan İmparator, İznik, Adapazarı, Yozgat, Kayseri. Sivas yolu ile bölgede ağırlığını koymaya çalışmıştır.

            İmparatorun bu seferi sırasında ünlü Komutanlarından Nikefor Briyennos, Magıratörs, Tarkhan eşlik etmişler ve İmparatorlarının hayallerini gerçekleştirmeye çalışmışlardır. İmparator bu seferde ise; öncelikle stratejik önemi bulunan Ahlât’ı ve Malazgirt'i almak istemişti. Bunun gerçekleşmesi için harekete geçmek istemesine, komutanları karşı çıkmıştı. Hâlbuki İmparator hareketin tam zamanı olduğuna karar vermişti. Çünkü aldığı habere göre Alparslan panik içinde olduğu ve birliklerinin dağıldığı bildirilmişti.

            Komutanların bir kısmı yine de ihtiyatı elden bırakmamak için Alparslan'ın ordularını Sivas'ta, Erzurum ovasında veya Pasinler ovasında karşılamalarını istemişti. Nikefor Briyennos'un ısrarına rağmen İmparator kendi fikrinin geçerli olmamasını sağlamıştı. İmparator bu maksatla Ursel ve Boyyol komutasında bir öncü birliği Ahlâttan gelecek tehlikeyi önlemek üzere hemen harekete geçirmiş, kendisi ise Malazgirt'i almak için yola çıkmıştı. Bu arada Nikephoros Basilikas birliklerinde kendisine katılması ile daha da güçlenmiş ve kısa zamanda Malazgirt'i ele geçirmiştir. Ancak kendisine teslim olan asker sivil halkı tamamen kılıçtan geçirerek Türklere gözdağı vermek istemiştir. Aslında Türk birlikleri Ahlâtın stratejik önemi dolayısıyla Malazgirt'te az bırakılmıştı. Bu durum İmparatora kolay bir zafer kazanmasına yardımcı olmuştu.

            Bu sırada Alparslan ise Suriye Seferinde bulunuyordu. Azerbaycan üzerinden Anadolu'ya girmiş Malazgirt’i ele geçirmiş, Bitlis üzerinden Diyarbakır'a ve oradan da Urfa'ya yürümüştü. Urfa kuşatması 50 gün sürmüş neticede burayı almak­tan vazgeçmiş ve Şam'a hareket etmiştir. Burada Bizans İmparatorunun Anadolu’ya girdiğini Türkleri Anadolu'dan atacağının haberini almıştı. Ayrı­ca kendisine gelen Bizans elçisinin de Alparslan'a karşı saygısızca davranıp Ahlat ve Malazgirt'i geri istediği görülmüştü.

            Alparslan durumu kritik olduğunu anlamış, elçinin isteği kabul edilmemiş ve derhal geri dönme hazırlıklarına başlamıştı. Bunun Bizans ordusu ile çarpışmanın kaçınılmaz olduğu anlaşılmıştı.

            Alparslan ağırlıklarını bırakmış süvarilerden teşkil olunmuş çevik, hareket kabiliyeti üstün birlikleri ile geriye dönmeye başlamıştır. Güney seferini ise oğlu Melikşah'a bırakmıştır. Melikşah Halep emin mirdasoğlu Mahmut İle Suriye seferini sürdürürken Alparslan 27 Nisan 1071 de Fırat nehrini geçmeye çalışmış, ancak atlarının ve süvarilerinin pek çoğunu boğulmaktan kurtaramamıştır. Az bir kuvvetle Van bölgesi üzerinden Azerbaycan'a gelmeye muvaffak olması o günün şartlarında çok büyük bir başarı elde etmesini sağlamıştır.

            Bu haberi alan Bizans İmparatoru inanmak istememiş ise de tedbirleri almaktan geri kalmamıştır. Çünkü gerçeği Alparslan’ın Hoy'u merkez edinmesi, 4000 gulam ve 10.000 kişilik süvari ve ayrıca yolda katılanlar ile 40.000 kişilik bir ordunun Ahlât’a geçtiğini haber alması ile görmüştü.

            Alparslan bütün bu faaliyetleri yürütürken düşmana açık vermemeye ve onları yanılmaya çalışmıştır. Böylece isabetli kararlar almalarını gayet sükûnetli ve intizam içinde yürütmeye çalışmış, önemli stratejik noktaları tutmaya başlamıştı. Bilhassa Malazgirt ovasının önemini bilmesi hazırlıklarını o yöne kaydırmasına ve tedbirler almasına yetmişti. Alparslan iyi bir stratejik uzmanı ve her şeyi planlı yürüten usta bir komutan olduğunu her çıktığı seferde ispat etmiş, kararlarında çok isabetli olduğunu göstermiştir. Nitekim askeri birliklerinin süvarilerden kurulu oluşu sebe­biyle stratejik önemi bugün bile olan Murat yolunu seçmesi, atlarına su ve ot bulmasıyla doğru orantılı idi. Şüphesiz bunda Alparslan'ın coğrafya bilgisininse iyi olmasının yararları olmuştur. Bu hususta Malazgirt'in doğusundaki bölgenin kuzeyinde, gerisinde, Sarp Katavin dağlarını Murat suyunun kestiğini. Güneyde; Süphan dağlarının Sarp yamaçlarında, Grakül ve Ziyaret tepenin sahaya hakim olduğunu, dağların Malazgirt ovasını bir hilal gibi kavradığını gayet iyi bildiğini, bunun yanında tecrübeli Komutanlarından, devamlı bilgiler aldığını söylemek mümkündür. Bu bilgiler ışığında Malazgirt'te Bizans’sa güzel bir tuzak kurması stratejiyi çok iyi bilen usta bir komutan olduğunun açık bir örneğidir.

            Alparslan ara sıra bölgeye keşif kolları göndermiş Bizans ordusu hakkında devamlı bilgi almıştır. Böyle bir keşifte 23 Ağustos günü gerçekleşirken, Basilikos komutasındaki bir Bizans birliği hezimete uğratılmış komutanları esir edilmiştir.

            24 Ağustos günü ise, Ahlât’ın önemine binaen, Bizans İmparatoru Komutanlarından Nikefor Bri-yennos'u kuşatmaya göndermiş, ancak bu da Emir Sanduk komutasındaki birliklere yenilemekten kurtulamamıştır. Arkasından komutanlarından Basilikas'm esir düşmesi ve hazimete uğraması, Bizans İmparatorunun morali tamamen bozulmuştur.

            İmparator daha sonra Zayve (Zeho) ovasına indiğinde ise, tepelerin Türk askerleri tarafından tutulduğunu görmesi, buda yetmiyormuş gibi, Bizans ordusundaki Türk birliklerinin Alparslan tarafına geçmesi onu çileden çıkarmaya yetmişti. Bu kızgınlık için de Alparslan'ın elçisi Emir Savtekin'e hakaret etmiş, barış teklifini reddetmiştir.

            Alparslan, bütün bu olacakları tahmin etmiş, önceden Zeho ovasına karargâhını kurmuştu. (Selekütlü köyü civarı) Grakül tepede ise meşhur nutkunu atmış milli ve manevi şuuru en yüksek düzeyde tutmasını bilmiştir.

            25 Ağustos günü ise Alparslan ön hazırlıkları­nı yapmaya devam etmiş, düşmanın son durumu hakkında bilgiler almış, Bizans ordusunun morali­ni bozmak için, gündüzleri uzaktan ok atışları, geceleri ise naralar ile ordugâhlarına dalışlar yaptıkları görülmüştür.

            Yine bu tarihte Alparslan ve Romanos Diogenes harp meclislerim toplamış, değerlendir­melerini yaparak, harp planını açıklamışlardır.

 
   
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol